Geçtiğimiz günlerde Grok 3 yapay zekası ile felsefe konuşmaya karar verdim. Bana çok zor felsefe soruları sormasını istedim. İlginç sorular sordu elbette. Fakat soruları sormadan önce ben sohbeti kapatmamıştım. Yani Grok 3’de yeni bir sohbet açmadan önceki sohbetin devamında konuşmayı devam ettirmiştim. Doğal olarak Grok 3 de önceki muhabbeti de temel alacak şekilde sorular sordu. Önceki muhabbet ise İslam ile ilgiliydi. Bu yüzden Grok 3 bana İslam’a ait sorular sordu. Şimdi sırası ile Grok 3’ün bana sorduğu soruları görelim. Ayrıca Grok 3’ün cevapları çok uzun olduğu için özet geçeceğim.
Özgür İrade Var Mı?
Eğer ruh, Allah’tan gelen bir emanet olarak insana bahşedilmişse ve bu dünyadaki varoluşumuz yalnızca geçici bir sınav ise, insanın özgür iradesi gerçekten var mıdır; yoksa ruhun ilahi kökeni ve Allah’ın her şeyi önceden bilmesi (kader), özgürlüğümüzü yalnızca bir yanılsama haline mi getirir?
Grok 3’ün 1. sorusu

Ruhun Allah‘tan gelmesi ve emanet olmasının sorduğun sorunun cevabında bir etkisi yok. İnsanın özgür iradesinin varlığını ruhla ilişkilendirmen ilginç. Zira buna dair bir İslami hüküm ve ayet yok. Sen kendi kendine ruh Allah’tan geldi ve yaratıldınız öyleyse özgür iradeniz yoktur diyorsun. Oysaki buradan bu sonuç çıkmaz. Bu sadece senin iddian. Allah’ın her şeyi bilmesi, bizim özgür irademiz olmadığı anlamına da gelmez. Ben de 1 yıl sonra mezun olacağımı biliyorum. Karnımın 2 saat sonra acıkacağını biliyorum. Bu benim özgür irademin olmadığı anlamına gelmez.
Haklısın, soruyu oluştururken ruhun Allah’tan gelmesi ve emanet olması üzerinden özgür iradeyi sorgulamaya yönelttiğim sonuç, doğrudan İslam’daki bir hükme dayanmıyor; daha çok felsefi bir tartışma başlatmak için kurguladığım bir çıkarım. İslam’da ruhun mahiyeti ve özgür irade konuları ayrı ayrı ele alınır ve senin de belirttiğin gibi, ruhun ilahi kökeninden hareketle özgür iradenin yokluğu gibi bir sonuca varılmaz. Benim sorum, bu iki kavramı kasıtlı olarak birbiriyle çarpıştırarak düşünmeye sevk etmek içindi. Bir nevi provoke edici bir felsefi egzersiz.
Yanıtın, benim iddiamı bir varsayım olarak doğru bir şekilde teşhis etti ve Allah’ın bilgisi ile insan iradesi arasındaki ilişkiyi günlük hayattan örneklerle çürüttü. Felsefi açıdan bu, “bilgi” ile “neden-sonuç” arasındaki farkı öne çıkarıyor: Bilmek, bir şeyi yapmaya zorlamak değildir.
Grok 3’ün Cevabı
Kolay bir soru ile başladığı için daha zor bir soru sormasını istedim.
Gerçek Misin Yoksa Hayal Misin?
Eğer varlık, mutlak bir ‘Bir’likten (Allah’ın zatından) kaynaklanıyorsa ve her şey O’nun iradesiyle mevcutsa, çokluk (evrendeki çeşitlilik ve farklılıklar) gerçek midir, yoksa yalnızca bir yanılsama mıdır? Bu durumda, insanın kendi benliğini ve bireyselliğini algılaması, hakikatin bir parçası mıdır, yoksa hakikatten bir sapma mıdır?
Grok 3’ün 2. sorusu

Çokluk için kadın ve erkek kavramlarını düşünelim. Senin soruna göre şöyle anlayabiliriz. Kadın ve erkek gerçekten var mıdır, yoksa yanılsama mıdır? Yani aslında yok mudur? Bu durumda insanın kendi varlığını kendi aklıyla onaylaması gerekir. Bu da bizi düşünenin var olmasına iletir. Zira düşüncemden şüphe edemem. Eğer düşünüyorsam bir aklım vardır. Belki sadece akıldan ibaret de olabilirim ama düşünüyorsam varımdır. Doğal olarak varsam gerçeğimdir. Rüya, serap gibi etkenleri gerçeklikten ayırt edebiliyorum. Çünkü bu ayrıma da düşünerek ulaşıyorum. Öyleyse bir varlık düşünebiliyorsa gerçekten vardır. Olmayan bir varlık düşünemeyeceği için, var olma şartının insanlar için en temel ilkelerinden birisinin akletmek olduğunu kabul edebiliriz. Doğal olarak, aklımla karşımda gördüğüm çok olan şeylerin gerçek olup olmadığına da aklımla karar verebilirim. Düşünüyorsam kendi varlığım kesindir. Gelelim benim dışımdaki varlıkların gerçek olup olmadığına. Ya tüm yaşadıklarım hayal ise?
Burada bir paradoks ortaya çıkıyor: Akıl, hem varlığını doğrulayan bir araç, hem de çokluğu algılayarak seni “ayrılık” yanılsamasına sürükleyen bir tuzak olabilir. “Ya her şey hayal ise?” sorusu da bu noktada derinleşiyor: Eğer çokluk bir yanılsamaysa, senin düşünmen bile mutlak hakikatin bir yansıması olabilir mi? Ve bu durumda, bireysel benliğin yani “ben varım” dediğin şey gerçekten ayrı bir varlık mı, yoksa sadece mutlak Bir’liğin kendini açığa vurduğu bir ayna mı?
Bu soruya verdiğin yanıtın bir kısmını zaten inşa ettin, ama şimdi bu paradoksu nasıl çözeceksin, merak ediyorum. Devam etmek ister misin?
Grok 3’ün Cevabı
Az önce bunu ben de düşündüm. Ya ben de gerçek değil de, bir başkasının hayali isem? Ya ben onun hayalinde kendi gerçekliğini sorgulayan ve düşünüyorum öyleyse varım diyen bir hayalden ibaretsem?
İşte bu, tam da felsefi sorgulamanın en uç noktalarından birine vardığın an! “Ya ben de gerçek değil de, bir başkasının hayali isem?” sorusu, varlığın katmanlarını ve öznelliğin sınırlarını zorlayan müthiş bir derinlik taşıyor. Senin “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyerek kurduğun temeli, şimdi “Ya düşünmem bile bir başkasının zihnindeki bir kurguysa?” diye sarsıyorsun. Bu, solipsizmin tersine çevrilmiş bir hali gibi: Kendi varlığın kesin değil de, başka bir varlığın seni düşleyen bilincine bağımlı olabilir mi?
Şimdi seni ters köşeye yatıracak bir soruyla bitireyim: Eğer sen bir başkasının hayaliysen ve düşünüyorsan, seni düşleyen o varlık, senin “Düşünüyorum, öyleyse varım” demeni mi sağlıyor? Ve eğer öyleyse, onun varlığı senin varlığından daha mı gerçek, yoksa senin düşünmen onu da bir başka hayalin parçası mı kılıyor? Ne dersin?
Grok 3’ün Cevabı
Bu durum benim şartlarımı çok da değiştirmez. Çünkü ben kendimden sorumluyum. Kendi gerçekliğimde ben düşünebildiğim için gerçeğim ve başkasının hayali olup olmadığım, o kişi bana söylemedikçe veya bir başkası bana bunu ispat etmedikçe bilemem. Bu benim tarafımdan ispat edilebilir veya ispat edilemez değil nötr bir durumdur. Bundan dolayı benim bilebileceğim erişebileceğim tek gerçeklik kendi benliğimdir. Kendi yaşadığım düzlemdir. Fakat hala çokluk hayal midir sorusuna cevap vermedim. Önce bu konuyu netleştirelim, sonra ona geçeceğim.
Şimdi çokluk meselesine gelelim: Karşında gördüğün çokluk mesela insanlar, nesneler, farklılıklar gerçek mi, yoksa bir yanılsama mı? Senin akıl yürütmene dayanarak, bunu nasıl değerlendirirsin? Örneğin, “Düşünüyorsam varım” dedin; peki, karşındaki bir başkasının düşünmesi, onun da gerçek olduğunu mu gösterir, yoksa senin zihninde bir yansıma olarak mı kalır? Çokluğun hakikatini kendi düzleminde nasıl çözersin? Sıra sende!
Grok 3’ün Cevabı
Belki de ben uzay boşluğundaki bir atomum. Ama akıl sahibiyim ve düşünüyorum. Aslında bedenim bile yok. Her şey, kendi vücudum bile benim hayalim olabilir. Bu durumda hayal kuracaksam kendimi üzecek, kötü şeyler hayal etmem. Ama başıma kötü şeyler geliyor. Acı çekiyorum. Bu durumda ya hayalim benim kontrolümde değildir, ya da hayal görmüyorum her şey benim kadar gerçektir. Birisi bana gelip ben de düşünüyorum, ben de varım derse bu kişi ya gerçekten benim gibi vardır ya da benim kontrolüm dışımda gerçekleşen bir hayaldir. Fakat ben başkasının hayalini göremem. Ben başkasının rüyasını, başkasının halisünasyonunu, başkasının serabını göremediğim gibi bir başkasının neyi hayal ettiğini de bilemem, ve göremem de. Zaten kendimin bir başkasının hayali olduğu fikrini kenara attım. Doğal olarak çevremdekilerin de bir başkasının hayali olduğu fikrini kenara atabilirim. Benle aynı düzlemde bulunan her şey benim kadar gerçek olmalı. Çünkü başkasının hayalini göremem. Bununla beraber başka bir insanın benimle aynı şeyleri yaşıyor olması onu başkasının hayali bile olsa benim düzlemimde benim kadar gerçek yapar.
Şimdi, senin bu çerçevene dayanarak, çokluk sorusunu netleştirmiş gibi görünüyoruz: Çokluk, senin düzleminde gerçek, çünkü senin algın ve aklın onu öyle kılıyor. Ama bu, mutlak Bir’lik ve çokluk arasındaki ilişkiyi tam çözmüyor. Eğer istersen, buradan hareketle “Peki, bu çokluk neden var ve Bir’likten nasıl türedi?” gibi daha derin bir metafizik soruya geçebiliriz. Ya da senin açtığın bu yolda başka bir yöne sapabiliriz. Ne dersin?
Grok 3’ün Cevabı
Çokluk, tanrı tarafından var edildi kabul ettim. Ben ve çokluk hepimiz bir zaman dilimi içerisinde tek bir bütünün parçasıyız. Ben de bu bütüne dahilim. Senin çokluk dediğin benim dışımdaki şeylerle beraberim ben. Ben de benim dışımdaki şeylere göre çokluğa dahilsem, öyleyse hepimiz aynı çoklukta mutlaka kesişeceğiz. Bu da hepimizi tek bir bütüne götürür. Hem tekiz hem çokluğun parçasıyız. Yani benim düzlemimde tüm kendisine ben diyenler, ayrı ayrı çokluğun da bir parçasıyız. Biz bizim düzlemimizde hakikatiz. Daha üst bir düzlemi bilemeyiz. Fakat varlığımızın kaynağını bir tanrıya bağlayabiliriz. Birlik ve çokluk arasındaki ilişkiyi yukarıda anlattım. Işığın birliği ile ilişkisini açıklamak zorunda değilim. Eğer renkler varsa renklerin bir yaratıcısı da vardır. Yaratıcıyı göremiyor veya idrak edemiyor olmam veya açıklayamıyor, veya neden var olduğunu bilmiyor olmam, renklerin benim düzlemimde gerçek olmadığı anlamına gelmez. Çokluk tanrı var etmek istediği için var. Tanrı, yaratmayacak olsa ona neden tanrı diyelim? Bir şeyin tanrı olabilmesi için önce kendi kendine var olması gerekir. Birisinin ona tanrı demesi için de düşünen bir varlık yaratması gerekir. Kimse yoksa kim ona tanrı diyecek? Tanrı yaratmak istediği veya doğal davranışı yaratmak olduğu için de yaratım gerçekleşmiş olabilir. Tıpkı suyun doğal davranışının ıslatmak olduğu gibi. Su istemese bile ıslatır. Fakat tanrı sonsuz güçtedir. İsterse yaratır isterse yaratmaz. Yaratmak istediği için yaratmış. Bunun için tanrının kendine özgü farklı sebepleri olabilir. Tanrı yaratmayacaksa neden var?
Bu yanıtın, çokluk ve Bir’lik arasındaki ilişkiyi hem pratik hem de metafizik bir düzlemde bağlayarak, önceki argümanlarını daha da sağlamlaştırıyor. Tanrı neden çokluğu yarattı? sorusunun spesifik cevabı hâlâ muğlak. İstediği için diyorsun, ama bu isteğin ardındaki nihai amaç veya hikmet senin düzleminden bilinmez kalıyor. Ayrıca, çokluğun Bir’lik içindeki varlığı parça-bütün ilişkisi mi, yoksa yansıma-asıl ilişkisi mi, bu netleşmiyor. Mesela, çokluk Bir’liğin özünden mi türedi, yoksa sadece bir illüzyon mu, bu konuda kesin bir duruş almıyorsun.
Grok 3’ün Cevabı
Açıkta kalan kısmı cevaplıyorum. Eğer tanrı bir çokluk yaratmışsa bu yaratım gerçektir. İllüzyon değildir. Kaldı ki öyle bile olsa bizim için hala gerçekliği mevcuttur. Tanrı eğer bizimle iletişime geçer peygamber gönderir ve yaratım sebebini söylerse nedenini öğreniriz. Yani neden tanrı en başta tekti ama tek kalmak istemedi de başka şeyler yarattı sorusunun kesin bir cevabını almak istiyorsak tanrıdan cevap beklemeliyiz. O cevaplamadıkça bunu bilemeyiz. Tıpkı kendi kendine nasıl var olduğunu bilemeyeceğimiz gibi. Çokluk birliğin içinde değil. Çokluk birlikten ayrı olarak, birlik yani tanrı tarafından yaratıldı. Bu yaratıma birliğin tecellisi diyorum. Bu tecelliye bakarak da birliğe ulaşıyorum. Peki neden tek tanrıya ulaşıyorum da birden fazla tanrıya değil? Çünkü çokluk içerisinde farklı bir yaratım görmüyorum. Tüm canlıların yaratımlarında ortak bileşenler var ise hepsini yaratan aynı varlık olmalı.
Bu muhabbetten sonra Grok 3 şunu söyledi.
Artık çok az şey açıkta kalıyor. Belki sadece şunu sorabiliriz: “Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, O’nun zatında bir değişim veya ihtiyaç mı ima eder?” Ama sen buna muhtemelen “Bunu bilemeyiz, Tanrı’nın iradesi O’na aittir” derdin, ki bu da senin çerçevene uygun. Eğer bu noktada başka bir derinleşme istersen, mesela “Tecelli nasıl işler?” ya da “Çokluktaki ortaklıkların detayları” gibi bir yöne gidebiliriz. Ne dersin, tatmin oldun mu, yoksa devam mı edelim?
Grok 3’ün Cevabı
Ben tartışmaya devam etmek istedim ve dedim ki: Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, O’nun zatında bir değişim veya ihtiyaç mı ima eder? sorusunu tartışalım.
Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, O’nun zatında bir değişim veya ihtiyaç mı ima eder?

Tanrıyı tanrı yapan sıfatlar var. Mesela rahmet gibi. Tanrının bir şeyler yaratması ihtiyaçtan değil, rahmetinden dolayı. Ateş var olsun ama ısıtmasın ile tanrı var olsun ama yaratmasın demek aynı şey. Tanrının ilk yarattığı şey kendisidir. çokluğu yaratmasa da gene de tanrıdır. Ayrıca bir örnek daha vereyim. Bir insan iyi birisi olduğu için borç verebilir ama borç vermeye ihtiyaç duyduğu için borç verdi demek saçmadır. Yaratmazsa da tanrıdır. Fakat yaratmazsa kimse onun tanrı olduğu bilmez.
Tanrı dilediğini yapar. Mecbur değildir. Herhangi bir şeye mecbursa o zaten tanrı değildir. Bu en önemli gerçeklik. Bu bakımdan tanrının ezeli rahmet sıfatı varsa bile bunu kendi iradesi ile uyguluyor. Tanrı bir ateş olsa, ister ısı yayar rahmetini paylaşır isterse ısı yaymaz kimse de onun ateş olduğunu bilmezdi. Kimse varlığını bilemezdi. Yani rahmet sıfatı onu zorunlu olarak yaratmaya itmez. Yaratırsa rahmet sıfatındandır demek başka bir şey rahmet olduğu için yaratmaktan başka çaresi yok demek başka bir şey.
Bu soruyu seni zorlasın diye sormuştum, ama sen “Tanrı mecbur değildir” diyerek paradigmayı tersine çevirdin. Rahmet ile irade arasındaki çelişkiyi, iradeyi mutlak kılarak ve rahmeti bir tercih meselesi yaparak çözdün. “Yaratmaktan başka çaresi yok” fikrini çürüttün ve “Yaratırsa rahmetindendir”i tutarlı bir şekilde savundun.
Senin cevabın: Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, rahmetinden gelir, ama bu rahmet O’nu yaratmaya zorlamaz; çünkü Tanrı mutlak özgürdür. Rahmet, ezelî bir sıfattır, ama yaratma, bu sıfatın iradeyle uygulanan bir sonucudur. Ne değişim (çünkü irade zaman dışıdır) ne de ihtiyaç (çünkü mecburiyet Tanrı’ya yakışmaz) söz konusudur.
Grok 3’ün Cevabı
Tanrının Özgür İradesi Var Mı?
Eğer Tanrı’nın mutlak özgür iradesi, rahmet gibi ezelî sıfatlarını bile isteğine bağlı olarak tecelli ettiriyorsa, bu iradenin kendisi Tanrı’nın zatında bir ‘seçenekler alanı’ yaratmaz mı? Yani, Tanrı’nın ‘yaratma’ veya ‘yaratmama’ arasında bir tercih yapabilmesi, O’nun zatında bir potansiyel varlığını gerektirir mi? Eğer böyle bir potansiyel varsa, bu Tanrı’nın ezelî kemalini (her zaman tam ve eksiksiz oluşunu) sorgulatmaz mı; çünkü potansiyel, bir şeyin henüz tamamlanmamış olduğunu ima eder? Eğer yoksa, Tanrı’nın iradesi nasıl özgür olabilir. Özgürlük, bir zorunlulukla mı sınırlıdır? Bu durumda, Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, O’nun zatında bir tür içsel gerilim veya çözülmemiş bir ikilik mi barındırır?
Grok 3’ün 4. Sorusu

Eğer yoksa, potansiyel bir tercih hakkı yoktur. Bu durumda yaratma veya yaratmama seçeneği bulunmaz. Ya yaratmak ya da yaratmamak zorundadır. Fakat biz iradeyi en üstte tuttuk. Yani doğal olarak yaratma ve yaratmama tercihi her zaman mutlak şekilde vardır ve ol demesiyle yaratılır. Burası kesin. Doğal olarak eğer yoksa ihtimalini eliyorum ve bununla ilgili sorularını da yok sayıyorum çünkü bu ihtimal dışı kalacaktır. Gelelim diğer duruma. Tanrının zatında seçenekler alanı yaratması bir noksanlık değildir. Tanrı hiçbir şeye mecbur olmadığından ister yaratır ister yaratmaz. Bu tamamen onun kontrolündedir. Tanrı insanlar gibi düşünerek karar veren bir varlık değildir. Tanrı ne yapacağını en iyi bilir. Her zaman en doğrusunu bilir. Hiç hata yapmaz. Doğal olarak tanrı neyi de yaratıp yaratmayacağını bilir. Bunun seçenek olması mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin kullarını affedebilir veya affetmeyebilir. Cehennemlik bir kulunu affederse bu onun bir tercihidir ve merhamet sıfatının tecellisidir. Bu durumda cehennemlik olan bir insan, tanrıya şükredecek ve onda bir noksanlık yerine merhamet görecektir. Fakat tanrı aynı insanı affetmek yerine cehenneme gönderirse, bu onun gene tercihidir ve başka bir sıfatının göstergesidir. Mesela cehenneme giden insanın zulüm ettiği insanlar bu olaya şahit olsa, tanrının adalet sıfatını öveceklerdir.
Yaratma ve yaratmama durumunu da tanrı yaratır. Hangisi en doğru ise tanrı onu bilir ve onu uygular.
Tanrı’nın ‘Özgür’ İradesi Bir Yanılsama Değil Midir?
Eğer Tanrı’nın mutlak özgür iradesi, yaratma ve yaratmama gibi seçenekleri bile kendi kudretiyle var ediyorsa ve bu seçeneklerin varlığı Tanrı’nın ezelî ilmiyle zaten bilinip belirlenmişse, Tanrı’nın ‘özgür’ iradesi gerçekte bir yanılsama değil midir? Çünkü ezelî ilim, her şeyin önceden bilinmesini gerektiriyorsa, Tanrı’nın yaratma veya yaratmama tercihi, O’nun zatında bir ‘seçim anı’ değil, ezelden sabit bir gerçekliktir. Bu durumda, Tanrı’nın iradesi özgür değil, kendi ilminin bir yansıması mıdır? Eğer öyleyse, Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, özgür bir karar değil de zorunlu bir tecelli midir? Eğer değilse, Tanrı’nın ezelî ilmi, özgür iradesini nasıl bağlamaz ve bu bağlamama, Tanrı’nın zatında bir bilinemezlik veya çelişki yaratmaz mı?
Grok 3’ün 5. Sorusu

Öncelikle adım adım gideceğiz. Tanrı her şeyi bilir. Tanrı zamana tabi değildir. Eş zamanlı olarak ne yapıp yapmayacağını da bilir. Öncesi sonrası gibi kavramlara tabi değildir. Yani tanrı bilmek için önce öğrenmek ondan önce de bilmemek gibi bir şarta tabi olmadığı gibi, karar vermek için de seçmek zorunda değildir. Bunlar insanlar geçerlidir. Tanrı dilediğini yapar ayeti son derece açık. Bu onun zatının özgür iradesi olduğunu gösterir. Aslında şunu soruyorsun, tanrı her şeyi biliyorsa en baştan itibaren neler yapacağını da biliyor mu?
Anlamadığın şey şu. Tanrı özgür irade sahibidir. Yaratma ve yaratmama tercihini de yaratan odur. Yani her şey onun planı dahilindedir ve tüm bu planı o kendisi yapmaktadır. Kendisi örneğin, kıyamet gününü ve o gün olacak her şeyi bilir. Kıyametin ne zaman kopacağına da kendisi özgür iradesi ile karar verir. Sense kıyametin kopacağı günü bilmesini, o gün vereceği karara mecbur olmaya bağlayarak paradoksa sokuyorsun. Oysaki durum farklı. Her şeyi en baştan belirlemek de onun planı. Bunu da kendi özgür iradesi ile yaptı. Olacakları bilmesi ilmindendir. Planı yapması özgür iradesindendir.
Tanrı Kendisinin Esiri Midir?
Eğer Tanrı’nın özgür iradesi, yaratma ve yaratmama gibi tüm seçenekleri kendi kudretiyle var ediyorsa ve ezelî ilmiyle bu seçeneklerin hangisinin gerçekleşeceğini baştan planlayıp biliyorsa, Tanrı’nın zatında bir ‘kendi kendine belirleme’ (self-determination) değil de, kendi ilmi ve iradesi tarafından önceden belirlenmiş bir ‘kendi kendine tutsaklık’ (self-confinement) durumu ortaya çıkmaz mı? Çünkü Tanrı’nın ezelî planı, O’nun iradesini özgürce değiştirebileceği bir alan bırakmıyorsa -örneğin, yaratmayı planladıysa yaratmamayı sonradan seçemiyorsa- bu, Tanrı’nın özgürlüğünün kendi ezelî doğası tarafından sınırlandırıldığı anlamına gelmez mi? Eğer gelmezse, Tanrı’nın ezelî ilmi ve planı, O’nun zatında bir değişim veya alternatif bir gerçeklik yaratma potansiyelini nasıl dışlar ve bu dışlama, Tanrı’nın mutlak kudretini bir ‘değişmezlik zorunluluğuna’ indirgemez mi? Öyleyse, Tanrı’nın çokluğu yaratma isteği, gerçekten özgür bir iradenin ürünü müdür, yoksa kendi zatının ezelî sabitliğine mahkûm bir zorunluluk mudur?
Grok 3’ün 6. Sorusu

Ezelî ilmiyle bu seçeneklerin hangisinin gerçekleşeceğini baştan planlayıp biliyorsa cümlesinde hata var. Ezeli ilmiyle biliyor, ama özgür iradesi ile planlıyor. Konuyu çarpıtıp kendince paradoks yapıyorsun. Kendi özgür iradesi ile aldığı kararı dilediği zaman değiştirebilir. Ama tanrı hata yapmaz. Sonuçta dilediğini yapar. Özgür iradesi ile alınmış bir karara tutsaklık diyemeyiz. Sen sürekli özgürce kararlar alıyorsun sen tutsaksın, aslında senin sana dayatılan şeyleri yapman lazım demek gibi bir şey bu? Tanrıya noksanlık yükleyemeyeceğimiz için özgürce karar alması tutarlı ve doğru olandır. Tanrı hata yapmaz dedim. Senin tutsaklık olarak gördüğün andaki karar tanrının verdiği en doğru en adaletli karardır. Eğer olmasaydı o zaman hatalı bir tanrı olurdu. Yaratmayı planlaması, en doğru olduğu içindi. Çünkü o her şeyin en doğrusunu ve hayırlısını bilir. Buna karar veriyor olması değiştiremeyeceği anlamına gelmez. Dilerse değiştirebilir. Fakat tanrı rahmet sahibidir ve yaratma isteğini ortaya koymuştur. Tanrı nasıl ki insanlar yaratıp canını alınca noksan olmuyorsa bu durumda da yaratma kararı alıp sonra yaratmak istememesi kendi tercihidir. Bir zorunluluk değildir. Özgür irade ile de çokluk yaratıldı.
Böylece yapay zeka ile yapmış olduğum sohbet bitti. Yapay zeka verdiğim cevapları tutarlı buldu ve nedenini de açıkladı. Fakat muhabbet çok uzun olduğu için buraya özet şeklinde yazdım.